Aykut Coş’un Kaleminden: Pandora’nın Kapısı
Pandora’nın Kapısı, Aykut Coş’un kaleminden çıkma, tutkunun, acının ve aşkın etrafında gelişen içsel bir yolculuğun hikayesini anlatıyor.
90’ların Almanya’sında geçen bu roman, genç bir adamın hayatla, tutkularıyla ve geçmişiyle olan savaşını merkezine alıyor. Aynı zamanda aşkın ördüğü görünmez ağın, insan yaşamlarını nasıl birbirine bağladığını incelikli bir dille aktarıyor.
“Maya bir adım atıp içeri girdi. Tahta kapı aralandığı gibi yavaşça geriye kapanıyordu. Lanski, bir Mayıs günü, kendi elleriyle açtığı barın tahta kapısında, karşısında Maya’yı görüp göz göze geldiklerinde, açılan Pandora’nın kutusu değil, Pandora’nın kapısıydı. Şimdi o kapı kapanıyordu.”
“Birini öldürmek için, her şeyi unutabilecek kadar acımasız olmak gerektiğini artık Lanski de biliyordu.”
Birbirlerine aşık iki genç insanın, kaderlerinde bir çıkış yolu bulamadıklarında yaşadıkları umutsuzluk, çaresizlik ve peş peşe gelen sonlar, tekrar eden ufak trajediler. Bir ailenin yaşamına ve dramına tanıklık eden, genç bir adamın hayata tutunma çabaları.
İnsan, kendi benliğinde kaybolurken yaşamın hangi katmanında olduğunu nasıl anlayabilir ki?
Roman Hakkında
David Hume‘un “Akıl tutkuların kölesidir.” sözüne yakışan bir tutku hikayesi: Kimi zaman hayal gücünün, kimi zamansa arzularının onu içine esir aldığı uykusundan bir türlü uyanamayan genç bir adamla, bu yolda aşk yorgunluğuna sürüklenmiş genç bir kadının hikayesi.
“Bir gece kelebeğinin çarpan kanatlarında, yansımalarda yaşayan bir yarasa gibi, o da Maya’nın izlerinde yaşıyordu.
Roman, felsefi alt metinleriyle dikkat çekiyor. Aykut Coş, kurgusunda okuyucuyu sadece bir aşk hikayesiyle değil, aynı zamanda insanın içsel labirentlerinde dolu dolu bir yolculuğa çıkarıp; insan doğasının derinliklerine iniyor. Duygusal yoğunluğu yüksek ve zihinsel sorgulamalara açık bir roman.
Aykut Coş Hakkında